100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ ÇIĞIRMAK
ON BEŞ KÖY EVİNDE ON BEŞ TÜRKÜ
Burası Malezya'da bir köy... Bayramın ilk günü... Sela sesisyle birlikte, geceyi geçirdiğim barakadan ayrılıp köyü dolaşmaya koyuldum. Tropikal Güneş, ardı ardına gökyüzünde sürüklenen tonlarca bulutun arasından fırsat buldukça etrafı kavuruyordu. Ötelerde, köyün ufkuyla kucaklaşan ormanlar, pırıl pırıldı. Ara ara başlayan sağanak yağmurlarla ıssızlaşan köyün sokaklarını, bulutların dağılmasıyla tekrar rengarenk bayramlık kıyafetleriyle utangaç çocuklar dolduruyordu. Yer yer pencereleri ve kapıları açık evlerde, yer yer verandalarda, günler öncesinden hazırlanmış onlarca yemek ve tatlı çeşidinin olduğu bayram sofraları kurulmuştu. Sofraların başında bir araya gelmiş ailelerin neşesi, öylesine insanî ve öylesine doğaldı ki yapay şehir hayatının uzağındaki bu gökyüzü altında, çırılçıplak bir samimiyet ağır ağır kol geziyordu.
Geleneksel bir köyde, sokaklarda bir yabancının dolaşıyor olması, alışıldık bir durum değildi. Evinin önünden geçtiğim köylüler, oturdukları sofradan fırlayıp bütün içtenlikleriyle beni sofraya davet ediyor; ardından, köyde bulunmamın sebebini öğrenmek için meraklı soruları sıralıyorlardı. Davet edildiğim her eve çocukça bir sevinçle giriyordum. Birbirinden lezzetli yemek ve tatlıları deniyor; türkümü çığırdıktan sonra vedalaşıp sokaklara dönüyordum. Gün akşam olduğunda on beş köy evinde, on beş farklı türkü çığırmıştım.
Barakama dönüp yatağıma sırtüstü uzandım. Dört tarafı açık olan barakadan yıldızları görebiliyordum. Yanı başımdaki gölde, sanki dünyanın bütün kurbağaları toplanmış ses denemesi yapıyordu. Tropikal ormanın uğultusu, ürperticiydi. Bedenimde yabancı haşereler gezindikçe kendimi cesaret testine tabi tutup hareketsiz durmaya çalışıyordum. Bu fikir işe yaramıştı. Bir süre sonra, dış uyarıcılara karşı duyarsızlaşmış, uzaklara dalmıştım:
Özlemin de bir eşiği olmalıydı. Öyle zannediyorum ki aşılması imkansızmış hissiyatını uyandıran bu eşiği, çoktan aşmıştım. Ölümüne özlediklerim, yolda günaşırı tanıştığım tek kullanımlık dostlardan öte değildi artık. En hassas dengeler, büyük kaoslardan doğuyordu. Bir mağaraya çekilip hayatın anlamsızlığıyla inatlaşma fikri, içimi ısıtıyordu.